Öyle bir hikaye okuduğunuzu düşünün ki, o hikayedeki insanların kalpleri sizin ellerinizde, kitaptaki cümleler bir büyüteç ve siz, o kalbin hissettiklerine ayan beyan şahitsiniz…
Kitap öyle güzel tarif ediyor ki aşkı, nefreti, kıskançlığı sanki bugüne kadar bildiğiniz aşk aşk değil, vuslat vuslat değil.
“kıyamete kadar birbirlerini sevmek için yaratılmışlar…” hikâyenin sloganı bu. Nehir ve Eser’in birbirlerinin yüreklerine yazdıkları kâğıtsız kalemsiz pulsuz mektupları…
Sevgili Fatma ERDEK, lütfen daha çok yazın. Zira, kitap severlerin sizinle tekrar tekrar keşfedeceği çok duygular var hasretle büyümüş bu aşk hikayesini okurken hatırlı kahveleriniz benden.
Buyurun, aşkınızın hatırı hiç kaybolmasın.
“sağ elimle kalbimin üzerine dokundum sanki gerçekten de var olan bir yaraya değiyordum. Bedenim en iflah olmaz, en söz dinlemez, en laf anlamaz yeriydi. Başkasına dilsizdi, sağırdı, kördü. Sadece Eser oturmuştu oraya ve bir dağ kadar yüksek, bir dağ kadar ağırdı…”
Sen hep oradaydın Nehir. Gittim sandığında bile ben seni bırakmadım. Yumdum avuçlarımı sakladım sıcaklığını. Kader bu, biliyorum. Bu, elinde değil insanın. Sevdaların her biri birbirinden farklı. İçerikleri, derinlikleri, hissetme şiddetiyle doğru orantılı. Benimki bir depremdi, bir iç sarsıntısı, bir vurgun, bir kalp yarılması. Seni gördüğüm gün başladı. Her yaşımda her yılımda azalır sandım, umdum ama olmadı…”
Facebook
Pinterest
LinkedIn
RSS